Fatih Altınöz
Kıssa
Bugünlerde memleketi tımarhane olarak niteleyenlere 25 yıl önce bu gerekçeyle gençliğinin baharındaki Şizofrengi’yi hakkın rahmetine kavuşturmuş biri olarak şunu söyleyebilirim ki…
Şu anda memleketin en emniyetli yeri, Bakırköy, İç Bahçe.
Tek katlı binalar, ortada ağaçlıklı bir toplanma alanı ve sizi arkadan vurmayacağı kesin olan kendi derdindeki psikiyatrik sıkıntıları olan insanlar.
10 Kasım 1938 saat 09.06'yı Atatürk’ün en en yakın arkadaşlarından Kılıç Ali anılarında aşağı yukarı şöyle anlatmıştı, "Atatürk yatağında gözlerini yummustu. Yan odada Salih Bozok kendisini kalbinden vurmuş can çekişmekteydi. Ben gözyaşları icindeydim. Geri kalan herkes yeni yönetimde görev almak için Ankara yollarında ikbal pesindeydi."
Memleketimizin fotoğrafı budur. Ve bugünler ve yarınlar da hatta o günlerden bellidir.
Baudrillard’ın hipergerçeklik ve simulasyon üzerinden yaptığı kavramsallaştırmaların yaşanan dijital çağın hızında artık eskidiği bir dönemdeyiz.
Komedyenlikten gelen ünüyle devlet başkanı seçilen birinin ülkesi savaştayken eşiyle birlikte Vogue’a verdiği bu pozları gerçeklik ve hakikat (realite/truth) üzerinden anlamak mümkün değil.
Bu hali adlandırmak için Kurgunun Kurgusu ya da Kurgu Sonrası gibi kavramsal yaklaşımlar daha uygun sanki.
"Kıç güvertedeki amiralin aldığı soluk kullanılmış bir soluktur. Nedenini sorarsanız bu soluk daha önce baş güvertedeki tayfalar tarafından alınıp verilmiştir. Amiral ise ilk soluğu alanın kendisi olduğunu düşünür. Buna başka işlerin birçoğunda da rastlarız."
Moby Dick
Herman Melville
Şu batı medeniyeti ne muhteşem medeniyet ama! Dijital çağın Robin Hood’unu, Julian Assange’ı önce tacizci yaptılar, yetmedi hapsettiler yetmedi, şimdi de onu öldürecek ülkeye gönderiyorlar ‘hukuk’ yoluyla.
Yaşadığımız trajik ötesi çağın en ıstırap verici yanlarından biri de dünyada aldığı süreden, kapladığı yerden bile mahcubiyet duyan, öldüğünde mezar taşına “Verdiğim geçici rahatsızlıktan dolayı özür dilerim.” yazdıracak duyarlıktaki insanların bu kötülük dolu gezegeni dolduran mütecaviz kahir ekseriyetin arasında sıkışmış kalmış ve onlarla birlikte yaşamak zorunda olmaları.
Yeni bir dünya savaşının eşiğinde, ikinci yılını dolduran ve yeni varyantlarla öldürücülüğünü artıracağı söylenen, ne zaman sonlanacagı bilinmeyen bir pandeminin ortasında, nereye varacağı belirsiz bir siyasi ve iktisadi krizin derinliğinde, münasebetli, münasebetsiz her şekilde ve her an güncellenen bir deprem beklentisinin kucağında da bir hayat olabiliyormuş meğer!
Bunalım, bunaltı, sıkıntı ve kaygı bir tıbbi sorun olmaktan öte hayata bir uyum biçimine ve mecburiyetine dönüştü.