top of page

Kıssa

Güncelleme tarihi: 10 Eki 2023

“Neoliberalizm yurttaşı tüketici haline getirir. Yurttaşın özgürlüğü yerini tüketicinin edilgenliğine bırakır. Tüketici olarak seçmen bugün siyasete, toplumu şekillendirmekte etkin bir rol oynamaya gerçek bir ilgi göstermemektedir. Ortak siyasi eylem gerçekleştirmeye ne isteği ne de yeteneği vardır. Siyasete sadece edilgen bir biçimde homurdanarak, şikayet ederek tepki verir, tıpkı hoşuna gitmeyen hizmet ya da mal sektörüne yaptığı gibi. Siyasetçiler ve partiler de bu tüketim mantığı uyarınca davranır. “Sunmak” zorundadırlar. Böylelikle de tüketici olarak seçmeni tatmin etmesi gereken ‘tedarikçiler’ durumuna düşerler.

Günümüzde siyasetçilerden talep edilen şeffaflığın siyasi bir taleple ilgisi yoktur. Siyasi karar süreçlerinin şeffaflığı değildir talep edilen, tüketici bununla ilgilenmez zaten. Şeffaflık talebi her şeyden önce siyasetçileri ifşa etmek, maskelerini düşürmek, haklarında skandal yaratmak içindir. Bu talep skandal seyircisi konumunu öngörür. Angaje olmuş bir yurttaşın değil pasif bir seyircinin talebidir. Katılım şikayet ve yakınmadan ibarettir. Seyirci ve tüketicilerle dolu şeffaflık toplumu bir seyirci demokrasisi oluşturur.”


Psikopolitika

Byung-Chul Han



 

Bilim insanları çok moda şu aralar. Çok çeşidi var. O yüzden

tanımak lazım bazılarını. Unutmamak lazım. Hep hatırlamak hatta...


Donald Ewen Cameron

Nöroloji ve Psikiyatri Profesörü

Hem ABD hem Kanada Psikiyatri Birliği Başkanı

1961’de Dünya Psikiyatri Birliği Başkanı

Nam-ı diğer Dr.Şok.

Tıp tarihinin en aşağılık portrelerinden biri.


Şizofreni ve Depresyon hastalarıyla deneyler yaptı, CIA sponsorluğunda.

Sürekli şok tedavisiyle insanların beyninden kötülüklerin silinebileceğini düşünen bir bilim insanı!

300 e yakın hastaya bir ay süreyle günde 2-3 kez elektroşok, (her seansta 6 şok olmak üzere) yüksek doz antipsikotik ilaç tedavisi, günde 16 saat belli kayıtları dinletirken ilk on gün yüzbinlerce kez negatif sonra pozitif mesajlar iletme, duyusal yoksunlaştırma için kendilerine dokunamasınlar diye elleri ve kollarını karton borulara sokma, gözleri, kulakları kapatma, sürekli uyutma, uyuturken halüsinojen yükleme, hiç kimseyle konuşturmama, çok az yemek verme...


Bilim insanı!

Dünya Psikiyatri Birliği eski Başkanı.

Bilim iki yüzlü bir şeydir, sorgusuz sualsiz yutulacak bir hap asla değildir.



 

Gurabahane-i Laklakan!

Düşkün, hasta, gariban leyleklerin hastanesi.

Asıl olarak Bursa'da Kavaflar ya da eski ismiyle Haffaflar Çarşısının avlusunda göc eden kuşlar için bu isimde bir bakım yeri var Osmanlı döneminde. Şu anda ise o avlunun ortasına beton dökülerek yeni dükkanlar dikilmiş! Avlu ortadan kalkmış! Şimdiki adiyla Ayakkabıcılar Çarşısı esnafının ayakkabılarıyla nerede gezdiklerinden haberi bile yok.

Tabela alakasız bir yere 'kültür merkezi' adı altında konmuş, neoosmanlılar tarafından!

Bu şairane hastane büyük usta Ahmet Haşim'’in deneme kitaplarından birine adını veriyor. Ahmet Haşim ayrıntılı olarak anlatır Gurabahane-i Laklakan'ı aynı adlı eserinde.


 

Bugünlerde memleketi tımarhane olarak niteleyenlere 25 yıl önce bu gerekçeyle gençliğinin baharındaki Şizofrengi’yi hakkın rahmetine kavuşturmuş biri olarak şunu söyleyebilirim ki…

Şu anda memleketin en emniyetli yeri, Bakırköy, İç Bahçe.

Tek katlı binalar, ortada ağaçlıklı bir toplanma alanı ve sizi arkadan vurmayacağı kesin olan kendi derdindeki psikiyatrik sıkıntıları olan insanlar.


 

10 Kasım 1938 saat 09.06'yı Atatürk’ün en en yakın arkadaşlarından Kılıç Ali anılarında aşağı yukarı şöyle anlatmıştı, "Atatürk yatağında gözlerini yummustu. Yan odada Salih Bozok kendisini kalbinden vurmuş can çekişmekteydi. Ben gözyaşları icindeydim. Geri kalan herkes yeni yönetimde görev almak için Ankara yollarında ikbal pesindeydi."

Memleketimizin fotoğrafı budur. Ve bugünler ve yarınlar da hatta o günlerden bellidir.


 

Baudrillard’ın hipergerçeklik ve simulasyon üzerinden yaptığı kavramsallaştırmaların yaşanan dijital çağın hızında artık eskidiği bir dönemdeyiz.

Komedyenlikten gelen ünüyle devlet başkanı seçilen birinin ülkesi savaştayken eşiyle birlikte Vogue’a verdiği bu pozları gerçeklik ve hakikat (realite/truth) üzerinden anlamak mümkün değil.

Bu hali adlandırmak için Kurgunun Kurgusu ya da Kurgu Sonrası gibi kavramsal yaklaşımlar daha uygun sanki.


 

"Kıç güvertedeki amiralin aldığı soluk kullanılmış bir soluktur. Nedenini sorarsanız bu soluk daha önce baş güvertedeki tayfalar tarafından alınıp verilmiştir. Amiral ise ilk soluğu alanın kendisi olduğunu düşünür. Buna başka işlerin birçoğunda da rastlarız."

Moby Dick

Herman Melville


 

Şu batı medeniyeti ne muhteşem medeniyet ama! Dijital çağın Robin Hood’unu, Julian Assange’ı önce tacizci yaptılar, yetmedi hapsettiler yetmedi, şimdi de onu öldürecek ülkeye gönderiyorlar ‘hukuk’ yoluyla.


 

Yaşadığımız trajik ötesi çağın en ıstırap verici yanlarından biri de dünyada aldığı süreden, kapladığı yerden bile mahcubiyet duyan, öldüğünde mezar taşına “Verdiğim geçici rahatsızlıktan dolayı özür dilerim.” yazdıracak duyarlıktaki insanların bu kötülük dolu gezegeni dolduran mütecaviz kahir ekseriyetin arasında sıkışmış kalmış ve onlarla birlikte yaşamak zorunda olmaları.


 

Yeni bir dünya savaşının eşiğinde, ikinci yılını dolduran ve yeni varyantlarla öldürücülüğünü artıracağı söylenen, ne zaman sonlanacagı bilinmeyen bir pandeminin ortasında, nereye varacağı belirsiz bir siyasi ve iktisadi krizin derinliğinde, münasebetli, münasebetsiz her şekilde ve her an güncellenen bir deprem beklentisinin kucağında da bir hayat olabiliyormuş meğer!

Bunalım, bunaltı, sıkıntı ve kaygı bir tıbbi sorun olmaktan öte hayata bir uyum biçimine ve mecburiyetine dönüştü.



5 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Σχόλια


bottom of page