top of page
Yazarın fotoğrafıFatih Altınöz

Medyascope Söyleşisi

Medyascope’tan bir söyleşi için aranıyorsunuz. Sorular gönderiliyor. Yanıtlarınızı iletiyorsunuz. Size yayınlanınca haber verileceği iletiliyor. Haber filan verilmiyor. Sonra yanıtlarınızın bir röportaj değil bölük pörçük bir şekilde bir haberin malzemesi olarak kullanıldığını görüyorsunuz.

Sosyal medya çağından önce eliniz kolunuz bağlı geleneksel medya mentalitesinin kurbanı olarak hissederdiniz kendinizi, ama artık öyle değil.


Medyascope soruları ve yanıtlarımı burada tam tekmiliyle yayınlayabiliyorum.


1) Türkiye bir insan olsa, psikolojisini nasıl tanımlardınız?

Günü gününe, saati saatine uymayan, tepkileri önceden kestirilemeyen, neşeden öfkeye saniyeler içinde geçebilen, bütün duygularını büyük ve en uç noktalarda yaşayan, enerjisini bu git-geller içerisinde bitap düşerek sürekli olarak boşa harcayan birine benzetilebilir.


2) Sokaktan meclise, sanattan futbola Türkiye'de ciddi bir öfke sorunu var. Neden öfkeli bir toplumuz?

Bu soruya kestirmeden bir yanıt bulmak kolay değil. Psikiyatrik dolayısıyla tıbbi bir açıklama girişimi toplum olarak içinde yaşanılan ciddi siyasi, hukuki, ekonomik ve sosyolojik altüst oluşların yarattığı anominin gözardı edilmesine yol açacaktır. Öfke sorununu bireysel düzeyde ele alarak bir uzmanlık alanının içine hapsetmek indirgemecilikten de öte ideolojik bir tutumdur.


3) Ruşen Çakır, geçen hafta Youtube'da "Büyük Göç" adlı bir dizi yayımladı. Türkiye'den gidenlerin çoğu gittikleri ülkelerde kurdukları yaşamdan memnundu ve büyük çoğunluk ülkeye geri dönmeyi aklından bile geçirmiyor. Bu kopuşu neye bağlıyorsunuz?

Yeni nesiller için Türkiye’de gelecek planlaması yapmanın ne kadar zor olduğu ortada. Her türlü toplumsal örgütlenmenin işlevsizleştiği bir gezegende herkes artık aynı yere gitmek istiyor. Okumuşu da okumamışı da. Doğudan batıya büyük bir göç var. Adı açıkça ilan edilmeyen 3.Dünya Savaşı ortamında Irak, Suriye, Afganistan, Libya, Ukrayna, Rusya benzeri ülkelerdeki insanlar da bizdekilerden daha acil ve hayati nedenlerle yer değiştiriyor. Göçmenlerin gittikleri yerde hayatlarından memnun olduğu hususunda ise kuşkularım var. Yabancılık, yersiz/ yurtsuzluk zamanla geçen bir insanlık hali değil. Göç edenlerin çoğunluğunun rahatsız oldukları koşullar değiştiğinde kendi yerliliğine doğru yeniden yer değiştirebileceği kanaatindeyim.


4) Eski Türkiye ile Yeni Türkiye'yi kıyaslar mısınız... Toplum neden eski Türkiye'nin özlemini çekiyor?

Bu memleketin tarihinde ‘eski güzel günler’ denilirken özlemle anılacak hangi dönemden bahsedilebilir, bilemiyorum. Eski, yaşanmış ve tamamlanmış olma özelliğiyle içindeki gerilim/ kaygı unsurlarını kaybettiği için yanılsamalı olarak özlemle yad edilebiliyor. Halihazırda yaşanmakta olan ise taşıdığı belirsizlik ve bu belirsizlikten kaynaklanan kaygı, endişe, tedirginlik gibi duygularla geçmişe bakıştaki rahatlığı taşımıyor. Geçmişte hatırlanan, ki bu da toplumsaldan çok bireysel bir tarihe ait olan anlamında-daha doğal gıdalarla, temiz bir havada yavaş bir şekilde yaşanan şimdiki gibi çılgın bir tüketime boğulmamış bir hayat ise kuşkusuz bugüne yeğlenebilir. Şimdilerde hayat herkesin kendi tüketicine/müşterisine hatta bizatihi kendisine sunduğu bir hizmete indirgendi. Yakında kimlik numaralarımıza ilaveten kimlik profillerimize hayat puanları, eş/dost kategorisindeki tüketici memnuniyeti yorumları eklenirse şaşırmamak gerek.


5) KONDA'nin Ocak 2019'da yaptığı "Turkiye'de Kutuplaşma" raporu ulkedeki kutuplaşmanın boyutlarını net bir şekilde ortaya koyuyor. Kutuplaşmanın önüne geçilecek zemin nasıl oluşturulur?

Ülkedeki kutuplaşmanın son yirmi yıldan kaynaklandığını düşünmüyorum. Dozu arttığı kesin, ama 12 Eylül öncesi Milliyetçi Cephe döneminde her mahallede, her okulda, her meslek örgütünde, her dernekte çok daha serti de yaşandı. Tanzimata hatta 2.Mahmut’a dek geri götürülebilir kutuplaşmanın başlangıç noktası. Cumhuriyet döneminin başından beri de zaman zaman yoğunlaşıp azalarak iki katman arasında yükselip alçalan bir tahterevalliye benziyor. Ülkemiz Avrupa ile Asya kıtaları arasında gerçekleşen bir trafik kazasına benzetilmişti zamanında. Bu tarihsel, coğrafi ve siyasi kazadan ortaya çıkan enkaz ne batıya ne doğuya benzetilebilir. Bu tuhaf kazadan doğan iki katman da aslında kendi içinde homojen değil. İkisi de çok farklı ve zaman zaman birbiriyle benzeşen unsurlar barındırıyor ve kolayca tanımlanmaya uygun değil. Siyasi tansiyonun azaldığı dönemlerde kutuplaşmanın şiddeti de azalıyor. Fakat bitmiyor ve bitmeyecek gibi.


6)2021 yılında 59 milyon 641 bin kutu antidepresan ilacı satılmış. Bu kadar çok ilaç kullanmanın uzun vadede Turkiye'ye bilançosu ne olur?

Antidepresanların bireysel kullanımındaki son yıllarda gözlenen korkunç artış bir yana şehirlere havadan antidepresan püskürtülme aşamasının da on-on beş yıl önce geride kaldığını düşünüyorum. Sıradan insanlar onlara yaşatılan hayatlara ancak depresyon içinde uyum sağlar hale geldi. Depresyon insanlığın doğal hali oldu neredeyse. Genelde pek çok ülkede yaşanan bir durum bu. 19.Yüzyıl Rusya’sı umutsuzluklar, kafa karışıklıkları, çaresizlikler açısından şu anki Türkiye’nin kopyasıydı. Fakat sonra orada bambaşka bir şey oldu. Günümüzün o dönemden en önemli farkı kapitalizmin küreselleşerek daha da vahşileşmesi nedeniyle gezegenin ekolojik açıdan kendi sınırlarına dayanmış olması ve bu tiranlıkla içine girdiğimiz dijital çağ. Tarihsel süreklilikte öngörülmeyen negatif sıçramalara yol açabilecek iki gelişme bu. İnsanın depresyondan daha da içine doğru psikoz derecesinde gömülmeye yüz tuttuğu bir çağdayız. Bütün toplumsal soluk alma alanları tıkanmış, ütopyalar geçmişe mıhlanmış gibi görünüyor. Ancak kopkoyu bir umutsuzluğun dünyayı sadece kendi etrafımızda dönmekte olan bir gezegen olarak düşünmekle ilgisi olabileceği düşüncesiyle her şeye rağmen umutsuz değilim.

44 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page