top of page

Metin Bey



Sinemamızın açık ara en entelektüel, en yaratıcı ve en özel dehası Metin Erksan’ın bugün ( 5 Ağustos) ölüm yıldönümü. 1993 yılından itibaren ölümünden 3 yıl öncesine dek çok sıkı bir ahbaplığımız oldu. Hep “Metin Bey” derdim, ama her sohbetimizde sadece sinema değil edebiyat, tarih, resim, mimari, caz müziği, yöntembilim gibi pek çok disiplinde yaptığı sörfü sayısız kez heyecanla dinlediğim için iç ferahlığıyla “Hocam” diyebileceğim tek kişi. Fotoğraf Bozcaada’da ziyaretime geldiği günlerden.


Metin Erksan ile ilk kez Sevmek Zamanı vesilesiyle 8-10 yaşlarında tanıştım. Film TRT’de gösteriliyordu. Adam boyacı, bir evde. Adada bir ev. Mevsim kış. Ev boş. Adam evin sahibi olan kadının duvardaki fotoğrafına tutuluyor. Kadın bir gün rastlantıyla eve gelip onu fotoğrafına bakarken görüyor…..Filmin ilerleyen zamanlarında kadın adama “Fotoğrafın gerçeği benim. Ben de seni seviyorum artık.” diyor. Adamsa ona “Ben sana değil senin resmine aşığım.” diye karşılık veriyor. Çocuk aklımla çok saçma bulmuş ve “Böyle aşk mı olur?” diye sormuştum. Aynı filmi 17 yaşında bir kez daha seyrettim, bu kez ağzım açık. Zira bir kıza platonik aşık olmuştum ve film boyunca yerimden bile kıpırdayamadığımı hatırlıyorum.


Yaşım büyürken Metin Erksan ile ilgili elime geçen ne varsa izlemeye ve okumaya başladım.


Susuz Yaz, Acı Hayat, Suçlular Aramızda, Kuyu, Gecelerin Ötesi, Kadın Hamlet, Şeytan, Feride, Hicran, Bir İntihar, Preveze Öncesi, TRT Hikayeleri ki, Sazlık, Hanende Melek, Müthiş Bir Tren’den pek çok sahne halen hatırımdadır, Şoför Nebahat, Ölmeyen Aşk….


1993 yılında beş arkadaş Eylül adını verdiğimiz bir psikiyatri merkezi kurduk. Orada hafta sonları değer verdiğimiz entelektüelleri davet edip sohbetler gerçekleştirmeyi planlıyorduk. İlk aklıma gelen zaten Sevmek Zamanı’ndan beri aklımdan çıkmayan Metin Erksan’dı.


90’larda iyi bir sinema dergisi çıkardı, Ve Sinema. Orada Serhat Öztürk ve Hüseyin Sönmez’in Metin Erksan ile yaptığı uzun ve güzel bir söyleşiyi okumuştum. Hüseyin Sönmez Pandora Kitabevi’nin sahibiydi ve Şizofrengi’nin Beyoğlu’nda satıldığı üç noktadan biri Pandora olduğu için gidip gelirken aramızda bir tanışıklık oluşmuştu. Hüseyin aynı zamanda Hil Yayınları’nın sahibi olarak Metin Erksan’ın yayıncısıydı da. Ondan rica ettim. “Hiçbir davete gitmiyor, ama gene de bir sorayım.” dedi. “Psişiyatrlar çağırıyorsa gitmek gerek.” demiş. Psişiyatr derdi, bize. Geldi, film izlenirken arka odalardan birinde bekledi ve film sonunda tartışma için yanımıza geldi. Sevmek Zamanı’nın bir suret aşkı olarak Leyla ile Mecnun’un üç versiyonundan birine dayandığını anlattı etraflıca. (Bu tanışma hikayesi önceki yıllarda Metin Erksan ile ilgili yayımlanan bir kitapta bambaşka bir şekilde ve baştan aşağı uydurularak anlatıldığı için burada ilk kez doğrusunu yazmak istedim.)


Sinema eleştirmenliğinden yönetmenliğe geçen ilk kişidir. Mimar Sinan’da uzun yıllar sinema dersleri verdi. Buna karşın onun müthiş sinema fikirlerinden yazdığı ama çekmediği şahane senaryolarından sinemamızın pek haberdar olmadığı kanısındayım. 


Metin Erksan sinemacı özellikleriyle öncesi olmayan biriydi. Her şeyden önce okulluydu, entelektüeldi, bir sanat tarihçisiydi. Alışılmış biçimlerin çok dışında tür denemeleri olmuştur, Kadın Hamlet gibi. Daha ilk filminde Aşık Veysel’in Hayatı-Karanlık Dünya’da nasıl bir sinemacı geldiğinin işaretleri vardır.  Susuz Yaz’daki kamera hareketlerinin, Gecelerin Ötesi’ndeki kamera kullanımının öncesi yoktur, emsalsizdir. Öncesi olmadığı gibi sonrası da olmadı.


Edebiyatımızın pek çok eserini sinemaya uyarlamıştır. Bu topraklara ve bu toprakların özellikle Cumhuriyet tarihine tutkuyla bağlı bir sanatçıydı. Siyasi konulara pek anlaşamadığımız için fazla girmezdik, ama içimdeki memleket sevgisi ve saygısına, kadir kıymet bilmeye, yurtseverliğe dair ne varsa en büyük ateşini o yakmıştır.


Minnetle…

40 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page